dünyanın aydınlık olan bölümünde yaşanan an

Outlander( IMDb: 8,4) Savaş hemşiresi Claire Randall 1945’teyken kendini gizemli bir şekilde 1700’lerde bulur. Kendi hayatında evli olan Claire zamanda yolculuk yaparken karşısına çıkan İskoç Jaime’ye de bir şeyle hissetmeye başlar. Kendi hayatında sevdiği adamla tarihte yaşayan savaşçı arasında kalan Claire’i 9. Crimson Peak (2015) Çocukluk travmalarından kaçan genç yazar Edith Cushing, Thomas Sharpe adında gizemli bir yabancıyla evlenir. Yeni bir hayata adım atıp geçmişe sünger çekmeye kararlı olan Edith, kocası ve onun kız kardeşi Lady Lucille Sharpe'ın birlikte yaşadığı eve taşınır ve onlarla birlikte yaşamaya başlar. Dünyanınen batısındaki özne ile en doğusundaki özneye . yalnız kendi kendisinin simülakrı olan imgenin dördüncü aşaması, gerçek ten de yaşanan bir . 2days agoYine de birçok YouTuber kanalını büyütmeyi ve başarılı olmayı başardı. YouTube'da nasıl abone kazanacağınızı merak ediyorsanız, örneklerini takip edin veya ihtiyacınız olan her şeyi almak için Stormviews'ı ziyaret edin. Sayfamızın alt bölümünde, en popüler Youtuber'ların listesini görebilirsiniz. Bakıyorum da şu an dünyada o kadar değer verdiğim, bana her konuda yardımcı olan dostlarımdan biri bile yanımda yok, evlatlarım, eşim, kardeşlerim yok. Yalnızca yanımda Sen varsın Rabbim. Bu eğlenceli, göz boyayıcı, oyalayıcı dünyanın sonu sonsuz cennet ve cehennemiş. Mon Mari Est Accro Aux Sites De Rencontre. Bilim insanları, 4 milyar yıldan uzun süre önce Ay’ın oluşumuna yol açan bir çarpışmanın, Dünya atmosferinin yüzde 60’ına mal olduğunu düşünüyor. Durham Üniversitesi tarafından yürütülen yeni araştırma, çarpışmaların, ince atmosferli kayasal gezegenler üzerindeki etkisini inceleyen 300 bilgisayar simülasyonu ekibi, bulgularını The Astrophysical Journal Letters isimli hakemli dergide yayımladı. Halihazırda Ay’ın, Mars büyüklüğündeki bir kayanın Dünya’ya çarpmasıyla oluştuğu tahmin ediliyor. Ekip, Ay hakkında daha fazla bilgi arayan gökbilimcilerin araştırma bulgularından yararlanabileceğini Üniversitesi Hesaplamalı Kozmoloji Enstitüsü’nden Dr. Jacob Kegerreis “Bilim insanları, Dünya’nın ilk zamanlarında yaşanan çarpışmaya ve Ay’ın oluşumuna dair bilmeceyi çözmek için çok fazla çalışıyor” birçok gezegeni merkeze alan yüzlerce farklı senaryo işlettik. Açı, çarpma hızı ya da gezegenlerin boyutları gibi faktörlerin, gezegen atmosferleri üzerindeki etkilerini simülasyonlar Ay’ın nasıl ortaya çıktığını doğrudan göstermez. Ancak, Dünya’nın atmosferi üzerindeki etkileriyle ilgili olasılıkları azaltmak ve Ay’ın nasıl oluştuğunu anlamak için ayrıca, gezegene farklı açılarda ve hızlarda çarpan farklı boyut ve kütlelerdeki nesnelerin atmosferi nasıl değiştirebileceğine de Ay’ı meydana getiren çarpışmada Dünya atmosferinin yüzde 10 ila 60’ının kaybolmuş olabileceğini ortaya insanlarına göre bulgular, bir çarpışmaya karışmış diğer kayasal gezegenlerin atmosfer kaybını tahmin edebilmenin bir yolunu Independent Türkçe Edebi eserler, yaratıldıkları döneme aralanan birer kapıdır. Sanatçı, içinde yaşadığı çağın toplumsal, askeri, ekonomik, kültürel şartlarının şekillendirdiği kişiliğini edebi eserler aracılığıyla dışa vurur. İşte bu dışavurumun, herhangi bir dönemin sanatçıları için ortak bir anlayış haline gelmesi edebi akımları ortaya çıkarır. Farklı akımların ortaya çıkmasında ise edebiyat tarihi ve edebi eleştirinin işbirliği yadsınamaz. 20. yüzyılda Batı edebiyatını etkisi altına alan sürrealizmgerçek üstücülük de ortaya çıktığı dönemin şartlarından beslenmiştir. Akımın öncüsü kabul edilen Andre Breton, gerçeküstücülüğün kuramsal temellerini oluştururken çalışmalar yürüttüğü psikiyatri alanındaki uygulamalardan etkilenmiştir. İnsanın ruhsal anlamda çok katmanlı oluşu ve davranışlarının temelinde yatan nedenlerin ortaya çıkarılmak istenmesi üzerine farklı yöntemler geliştiren psikanalizmden ilham almıştır. Bu nedenle yarı-otobiyografik romanı Nadja,“Kimim ben?” sorusuyla başlar. Felsefeyi epeyce meşgul etmiş olan bu merak, edebiyatta kendini de farklı zeminler üzerinden tartışmaya açmıştır. Andre Breton’un unutulmaz eseri Nadja, bireyin kendi gerçekliğini arayışa çıkması, karanlık taraflarını ortaya koyması gibi gerçeküstücülüğün sürrealizm ilke olarak benimsediği anlayışın kurgusal biçimde ortaya konmuş halidir. İkinci Dünya Savaşı öncesinde yaşanan bilimsel ve teknolojik gelişmeler ve beraberindeki toplumsal dönüşümle birlikte bireyin yaşadığı manevi buhran, psikoloji biliminde insanın iç dünyasındaki karmaşayı anlamak için farklı anlayışları ortaya çıkarmıştır. Şüphesiz bu alanı psikanalizm çalışmalarıyla ses getiren Sigmund Freud derinden etkilemiştir. İnsanların görünen gerçekliğinin ardında yatan süreçleri açığa çıkarmak için ortaya koyduğu kavramlar ve uyguladığı metotlarla kendi gerçeklerini görmelerini sağlamıştır. Bilinçaltında yer eden, farkında olmadığımız durumları açığa çıkarmak psikanalizm çalışmalarının özünü teşkil eder. Rüya, serbest çağrışım, hipnoz gibi metotlarla kişinin bilinçaltını açığa çıkarabilmek denenmiştir. Yazar bunu romanda “Önemli olan bu dünyada kendimde yavaş yavaş keşfettiğim özel yeteneklerin, beni hiçbir şekilde bana özgü ama bana verilmemiş olan daha genel bir yetenek arayışından saptırmamasıdır. Kendimde bildiğim her türlü haz ve hevesin, hissettiğim her türlü yakınlık ve duygudaşlığın, etkilendiğim her türlü cazibenin ötesinde başıma gelen ve yalnız benim başıma gelen tüm olayların, yaptığım gördüğüm bir sürü hareketin yalnız benim hissettiğim heyecanların ötesinde diğer insanlara kıyasla farklılaşmamın neden ibaret, o olmazsa neye bağlı olduğunu öğrenmeye anlamaya çalışıyorum.” s10 şeklinde ifade eder. “Aslında psikanaliz değer verdiğim, insanı kendisinden sürgün etmeyi hedeflediğini düşündüğüm ve kendisinden mahkeme kâtibi marifetlerinden daha başka marifetler beklediğim bir yöntemdir.” s19 diyerek psikanalizme dair beklentisini de dile getirir. Kitap, psikanalizmin etkisinden dolayı akış itibarıyla karmaşık bir kurguya sahiptir. Olay örgüsünün varlığından söz etmek pek mümkün değildir. Mekân olarak seçilen Paris sokakları kahraman için arayışın temsilidir. Sokaklar boyunca karşılaştığı her mimari yapı, dükkân, insan kahramanın zihninde başka bağlantıları açığa çıkaran ve arayışını sonuçlandırmasınayardımcı olabilecek birer unsurdur. Nereye çıkacağı bilinmeyen bir labirentin içinde dönüp durmaya benzer, her gün aynı sokakları adımlaması. Sokaklar aynı olsa da çağrıştırdıkları farklıdır. AndreBreton, sanat dünyasından farklı isimlerle tanışıklığına da kurguda yer verir. Bu durum romanı biyografik kılar. Üç bölümden oluşan romanın bu ilk bölümünde kendinden yola çıkarak kurguladığı Andre’nin sorgulamaları, Paris’teki çevresi ve sanata dair düşünceleriyle iç içe verilir. İkinci bölümde yine sokaklarda insanları gözlemlediği ve nereye gideceğine dair fikrinin olmadığı bir yürüyüşe çıkar. O esnada Nadja’yla karşılaşır. Nadja hayalini kurduğu kadına benzemektedir. Umut anlamına gelen Nadja ismini seçtiğini vurgular yazar. Ve kadın geçmişini, hikâyesini anlatır. Andre, Nadja’yla insanlara, hayata, idealizme dair eleştirilerini ifade eder. Nadja’yla karşılaşma sonrası ayrılırken Andre “Kimsiniz?” sorusunu yöneltir. Nadja ise “Avare ruhum ben” karşılığını verir. Nadja dışarıdayken hep yan yanadırlar. Eve dönerken takside eşlik ettiği bir sırada Nadja“Bir oyun Bir şey söyle. Gözlerini kapa ve bir şey söyle. Ne olursa olsun, bir sayı, bir ad… Şöylegözlerini kapıyor İki, iki ne? İki kadın. Bu kadınlar nasıl? Siyah giysili. Nerede bulunuyorlar? Bir parkta…” s65 şeklinde bir oyuna dahil eder Andre’yi. Aslında bu oyun psikanalizmde bilinçaltını açığa çıkarmada kullanılan yöntemlerden biridir. Roman ilerledikçe açığa çıkan şeyNadja’nın bir hayal olabileceği fikridir. Andre’yle olan konuşmalarında sarf ettiği cümleler bize Nadja’yı Andre’nin var ettiğini, aslında hayali bir kadın olduğunu düşündürür. “Şimdi de kendisi üzerindeki güç ve iktidarımdan belki inanmak istediğimden daha fazla ona istediğimi düşündürme ve yaptırma yeteneğimden bahsediyor.… Ona öyle geliyormuş ki beni tanımasından çok önce bile benden asla hiçbir sırrını saklamamışmış.”s67 “Nadja’yı birçok kez tekrar gördüm, düşünce alemi benim için daha açık ve aydınlık oldu; anlatış tarzı daha da rahatlık, özgünlük ve derinlik kazandı. Ama aynı zamanda, onun kişiliğinin bir kısmını, en insanca tanımlanmış olan kısmını alıp götüren onulmaz felaket hakkında, ancak o gün bilgi sahibi olduğum o felaket beni ondan yavaş yavaş uzaklaştırmış da olabilir. Sadece en katışıksız sezgiye dayanılarak ve her an bir mucize gösteriyormuş gibi gerçekleşen bu kendini yönlendiriş tarzına hayret etmekle birlikte ondan her ayrılışımda kendi dışında akıp giden … bu hayatın burgaçlarına tekrar yakalandığını hissetmekten dolayı da gittikçe daha çok endişeleniyordum.”s99Nadja’nın Andre’ye söylediği sözler de bu düşünceyi güçlendirir “Benim soluğumun tükenişiyle ki sizinkinin başlangıcıdır.” “İsteseydiniz sizin için sadece bir hiç veya iz olurdum.” s99Nadja’nın bir tımarhaneye kapatıldığını öğrenen Andre, delilik ve akillik arasındaki denge üzerine düşünmeye başlar. Kendi kendine konuşur “Kim var orada? Sen misin Nadja? Öbür dünyanın, tüm öte dünyanın bu hayatta olduğu doğru mu? Seni duyamıyorum. Kim var orada? Yoksa yalnız mıyım? Ben kendim miyim?” s126 Üçüncü bölümde ise kendisi ve okurla konuşur. Varoluşu sorgular. Nadja’nın“Andre? Benim hakkında bir roman yazacaksın. Buna eminim.” s85 dediği gibi Nadja’yı yazdığını belirterek kitapta yetersiz gördüğü kısımları, yer verdiği mekanları ele alır ve kitabına eleştirilerde bulunur romanın kahramanı Andre. Ve sarsıntının öneminden bahseder. Bir gazetedeki haberi kendisi için uygun bir son olarak görür. Bu haber bir uçağın kayboluş haberidir. “Güzellik ya çırpınmalı olacak ya da hiç olmayacaktır” cümlesiyle son bulur roman. Andre Breton, Andre ile kendi dünyasını biraz olsun yansıtmayı başarıyor. Nadja’nın hayali olabileceği, iç ses olabileceği sadece bir ihtimal elbette. Belki de romandaki Andre’nin hayatına girmiş ve kendi gerçeğini arayan bir kadın olarak Andre’yi de arayışa iten, arafta biridir, kim bilir? Gerçeküstücülere göre bilinçaltını sarhoşluk, akli rahatsızlık, ateşli hastalık, madde kullanımı gibi durumlar açığa çıkarabildiğinden Nadja’nın tımarhaneye yatırılması da şaşırtıcı bir son olmaz. Sanatın her alanında iz bırakmayı başarmış gerçeküstücülüğün varoluşsal sorgulamalara değin uzandığı Nadja’da Andre’nin dünyasına dair aktarılanlardaki karmaşa zihnimizdeki gerçek işleyişin ta kendisidir. İç dünyasına kulak veren bir adamın, gelgitler içindeki ruhunu, bilincinin derinliklerinde yatan gerçekleri arayışındaki bocalamaları, esrik hallerini ele alan Breton, gerçeküstücülüğün insanı mantıkla açıklanamayacak karmaşık bir varlık olduğu gerçeğini ortaya koymuştur. Dünya’nın tek doğal uydusu olan Ay, Gece vakti gökyüzünden görülebilen en parlak ve en büyük cisimdir. Güneş Sistemi içinde beşinci büyük doğal uydudur. Dünyanın doğal uydusu Ayın özellikleri aşağıda detaylı olarak anlatılmıştır. Resim Pexels tarafından Pixabaya yüklendi Ayın özellikleri; Çapı Dünya’nın dörtte biri olan Ay, kayaç yapıda çorak bir kütledir. Yer çekimi Dünya’nın yaklaşık 6 da 1’i kadardır. Resim WikiImages tarafından Pixabaya yüklendi Kütle çekimleri nedeniyle Ay ile Dünya arasında güçlü bir etkiye sahiptir. Gelgit kuvvetleri, yörüngedeki bir turu ile kendi eksenindeki dönüşü aynı sürede tamamlayacak şekilde Ay’ı yavaşlatmıştır. Bu yüzden Ay’ın hep aynı yüzü Dünya’ya dönüktür. Resim WikiImages tarafından Pixabaya yüklendi Öğle vakti 120 dereceyi bulan sıcaklık, gece vakti -170 dereceye kadar düşerek sert sıcaklık geçişleri görülür. Isınma ve soğuma nedeniyle Ayda bulunan kayalar parçalanarak taşlara, kumlara ve en sonunda toz parçalarına dönüşür. Ay’ın kuzey kutbunun yakınlarında bulunan Hermit Krateri Güneş Sistemi’ndeki en soğuk yerlerden biridir. Resim Free-Photos tarafından Pixabaya yüklendi Ayın atmosferi çok ince olduğu için yok kabul edilir. Atmosferi olmadığı için su ve hava yoktur. Tektonik hareketler ve hava olayları yaşanmadığı için yüzeyinde çok azla değişiklik olmamıştır. Takvimlerini Ayın hareketlerine göre düzenleyen Hicriî takvimi kullanan ülkelerde “gün”, 24 saat 50 dakika olduğundan “yıl” da 355 gün olmaktadır Ramazan ayının her yıl 10-11 gün önceye rastlamasının nedeni budur. Resim Armin Dropic tarafından Pixabaya yüklendi Ay’ın yörüngesi Güneş’e dik olduğu için Ay’ın kutup bölgesi Güneş ışığını yatay olarak alır. Kendi ekseni etrafında ve Yörüngesi etrafında 27,32 Dünya gününde döner. Ay’ın içi, Akkor yada kısmen eriyik halde demir bir çekirdek etrafında büyük oranda katılaşmış kayaç yapıdadır. AY’IN OLUŞUMU Ay, Theia adlı Mars büyüklüğündeki bir gezegenin henüz katılaşmamış haldeki Dünya’ya çarparak 4,5 milyar yıl önce meydana gelmiştir. Çarpışma sonucu Theia parçalandı ve döküntü Dünya yörüngesine dağıldı. Zaman içerisinde bu döküntüler bir araya gelerek büyük bir uyduya dönüştü. AY TUTULMASI Resim skeeze tarafından Pixabaya yüklendi Ay Dünya’nın gölgesinde kaldığında ve atmosferimizde dağılan Güneş ışınlarını yakalayarak kızıl bir renge büründüğünde tutulma yaşanır. Dünya, Ay’dan çok daha büyük olduğu için Ay tutulmaları Güneş tutulmalarında fazla gerçekleşir. AY’IN EVRELERİ Resim OpenClipart-Vectors tarafından Pixabaya yüklendi Bir aylık süre içerisinde Ay’ın sekiz tane evresi vardır. Onlar Yeni Ay, İlk Çeyrek Ay, Mum Gibbous dışbükey Ay, Hilal Ay, Dolunay, Azalan Gibbous Ay, Son Çeyrek Ay, Hilal ay ve Yeni ay. Ay’ın evreleri sonsuz bir döngüde tekrarlamaya devam eder. Ancak bu döngü 29 gün 5 saat sürdüğünden Ay evreleri her ay aynı günlerde aynı evrede olmaz. “Görmez misiniz, Allah yedi göğü nasıl birbiriyle uyumlu bir şekilde yaratmış, aralarında aya aydınlık vermiş, güneşin ışık saçmasını sağlamıştır” Nûh 71/15-16. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Antalya Diplomasi Forumu'nda konuştu. Forumun katılımcı ülkeler ve insanlık için hayırlara vesile olmasını dileyen Cumhurbaşkanı Erdoğan, şunları kaydetti "Geçen sene, salgın şartlarına rağmen Antalya Diplomasi Forumu'nun ilk toplantısını başarıyla icra ettik. Tüm insanlığın sağlık kriziyle boğuştuğu sancılı bir dönemde Antalya'dan verdiğimiz barış, diyalog ve dayanışma mesajlarının foruma çok ayrı bir anlam kattığına inanıyorum. İkinci Antalya Diploması Forumu'na gösterilen teveccüh, forumun zaman içinde 'küresel diplomasinin kalbinin attığı bir zemine dönüşmesi' temennimizin kısa sürede gerçeğe dönüşeceğine işaret ediyor. Rusya ve Ukrayna krizinin ardından iki ülke arasındaki ilk üst düzey temasın, dışişleri bakanları seviyesinde dün burada gerçekleşmiş olması forumun amacına ulaşmaya başladığını gösteriyor. Foruma iştirak eden devlet ve hükümet başkanları, ülke temsilcileri ve diğer misafirlerimizin oturumlara yapacakları katkılar yanında aralarında tesis edecekleri güçlü diyaloğu da önemli görüyorum. Aynı şekilde istikbalimizin teminatı olan gençlerimizin foruma yönelik yoğun ilgisini memnuniyetle karşılıyorum. Daha geniş katılımla tercih ettiğimiz İkinci Antalya Diplomasi Forumu'nun rüştünü ispat etmiş bir uluslararası etkinlik olarak inşallah yoluna kararlılıkla devam edeceğine inanıyorum." Dünyanın 21 yüzyılın ilk çeyreğini geride bırakmaya hazırlanırken, insanlığın küresel barışa, huzura ve refaha duyduğu özlemin arttığını vurgulayan Erdoğan, "Bilimde, teknolojide, tarımda, sanayide, iletişimde ve ulaşım imkanlarında yaşanan onca ilerlemeye rağmen insanlık olarak temel meselelerimizi henüz çözüme kavuşturamadığımızı görüyorum." diye konuştu. Terörizm, açlık, yoksulluk, kıtalar arasındaki adaletsizlik, sıcak çatışma ve iç savaşlar ile iklim değişikliğinin yol açtığı çevre felaketlerinin küresel gündemin en üst sıralarında yer almayı sürdürdüğünü hatırlatan Cumhurbaşkanı Erdoğan, "Ekonomiler büyürken, gökdelenler yükselirken birilerinin cüzdanları şişerken, belli başlı ülkeler günden güne zenginleşirken, istatistikler bize daha müreffeh bir dünya resmi çizerken, maalesef hemen yanı başımızda çocuklar açlıktan ölmeye devam ediyor. 'Açlık virüsü' her yıl dünyada koronavirüsten daha fazla insanın hayatına mal oluyor. Bugün yeryüzünde her 10 saniyede bir çocuk, sırf bir lokma ekmek, bir yudum su bulamadığı için ölüyor." değerlendirmesini yaptı. İstikrarsızlık ve çatışmalar sebebiyle milyonlarca insanın evlerini, yurtlarını terk etmek zorunda kaldığını belirten Erdoğan, sözlerini şöyle sürdürdü "Akdeniz'de, Sahra Çölü'nde veya karlı bir dağın tepesinde yitip giden hayatlar, insanların içinde bulunduğu çaresizliği ortaya koyuyor. Bakınız burada hepimizi düşündürmesi gereken bazı çarpıcı rakamları sizlerle paylaşmak istiyorum. Sadece 2014'den bu yana Akdeniz'in mavi suları 25 bine yakın umut yolcusunun mezarı oldu. Son 10 senede dünya genelinde mülteci sayısı 2 kattan fazla artarak 85 milyona ulaştı. Bu sayıya 15 günde 2 milyondan fazla Ukraynalı mülteci eklendi. Yerlerinden edilen kişi sayısının önümüzdeki dönemde daha da yükseleceği anlaşılıyor. Halihazırda 1 milyar insan günde 2 doların altında bir gelirle hayatta kalma mücadelesi veriyor. Esasen bu rakamların her biri tek başına karşı karşıya bulunduğumuz adaletsizliği göstermeye yeterlidir. Dahası bu sayıların her biri candır, onurlu, güvenli hayat sürmeye hakkı olan birer anne, baba, kardeştir. Çocukların çaresizlikten daha körpe bir fidanken solduğu, 800 milyon insanın temel gıda maddelerine erişemediği her gün yüz milyonlarca insanın yatağa aç girdiği bir dünyada yaşıyoruz." "Uluslararası kuruluşlara güven iyice dibe vurdu" Böyle bir dünyada hayali kurulan kalıcı barış, huzur ve istikrarın tesis edilemeyeceğini dile getiren Cumhurbaşkanı Erdoğan, şunları söyledi "Bırakın yeni savaşların önüne geçmeyi 10 yıllardır süren çatışmaların dahi çözülemediği bir denklemde kimse kendini emniyette hissedemez. Dünyanın devasa bir köye dönüştüğü günümüzde nerede yaşarsak yaşayalım hiçbirimiz, 'Başkasından bana ne.' diyemez. Söndüremediğimiz her yargının, durduramadığımız her çatışmanın, engelleyemediğimiz her zulmün, üzerine gitmediğimiz her problemin eninde sonunda bizi de etkileyeceğini, bizi de yakacağını bilmeliyiz. Bu acı gerçeğe Suriye'de, Yemen'de, Afganistan'da, Libya'da, Irak'ta, Arakan'da ve daha birçok kriz bölgesinde defalarca şahit olduk. Bu çatışma alanlarında çoğu kadın ve çocuk milyonlarca sivil hayatını kaybetti. Medeni değerler ve insani hasletler çok ağır yara aldı. Uluslararası kuruluşlara güven iyice dibe vurdu. Terör örgütleri ve aşırılık tüm dünyada zemin kazandı. İnsanlığın ortak kültür mirası olan kadim şehirler enkaz yığınına döndü." Erdoğan, kimi zaman coğrafi kimi kültürel sebeplerle görmezden gelinen kriz bölgelerinin tamamında ihmallerin bedelini sadece sorumluların değil tüm insanlığın ödediğini ifade etti. Tarihin, ibret almayanlar ve kıssadan hisse çıkarmayanlar için tekerrür ettiğine dikkati çeken Erdoğan, ders alınmadığında sadece tarihin değil aynı zamanda acıların da tekrarlandığını, Ukrayna meselesinin bu hakikatin en son örneği olarak karşılarında durduğunu belirtti. Türkiye'nin hem Akdeniz hem de Karadeniz ülkesi olduğunu anımsatan Erdoğan, Ukrayna ve Rusya'nın Karadeniz'den komşuları ve dostları olduğunu ifade etti. "Ukrayna haklı davasında yalnız bırakıldı" Türkiye'nin komşuları arasındaki krizin sıcak çatışmaya dönüşmesinden büyük üzüntü duyduklarını dile getiren Erdoğan, sözlerini şöyle sürdürdü "Gerilimin tırmanarak bu aşamaya evrilmesi en fazla bizi rahatsız etti, en çok bizi endişelendirdi. Komşumuz olan bir ülkenin egemenliğine yönelik saldırgan eylemleri asla mazur göremeyiz. Kırım'ın yasadışı ilhakı başta olmak üzere Ukrayna'nın toprak bütünlüğünü hiçe sayan gayrimeşru adımları Türkiye olarak reddediyoruz. Kırım'la ilgili net tutumumuzu 2014 yılından bu yana her vesileyle ifade ettim, ifade ettik, her zeminde açıkça dile getirdik. Gerek Rusya Federasyonu ile gerekse Ukraynalı dostlarımızla yaptığımız tüm görüşmelerde bu meseleyi hep gündemde tuttuk. Şimdi söylüyorum. Eğer 2014'te Kırım'ın işgaline tüm Batı, tüm dünya ses çıkarmış olsaydı acaba bugünkü tablo ile karşı karşıya kalır mıydık? Ama Kırım'ın işgaline sessiz kalanlar şimdi bir şeyler söylüyorlar. İyi güzel de adalet bu yerkürenin belli bir bölümünde geçerli diğer bölümünde ise geçersiz mi? Bu nasıl bir dünya. İşte ne yazık ki bu haksızlığın giderilmesi hususunda uluslararası toplum gereken hassasiyeti göstermedi, desteği vermedi. Ukrayna haklı davasında yalnız bırakıldı. İşte bugün vaktinde güçlü irade sergilenmesi halinde diplomasi ile çözülebilecek sorunların yıkıcı ve can yakıcı sonuçlarıyla yüzleşiyoruz." Ukraynalı mülteciler Erdoğan, evlerini terk eden sivilleri, korku ve endişe dolu çocukları, harap olan şehirleri, ölen masumları gördükçe üzüntülerinin katlanarak arttığını aktardı. Mülteciler içerisinden iki tabloyu katılımcılarla paylaşmak istediğini belirten Erdoğan, şunları söyledi "Bir yavru annesinin kucağında, annesinin gözleri yaşlı. Baktım ki o yavru annesinin gözyaşlarını yalamaya başladı. Bir taraftan siliyor bir taraftan da annesinin gözyaşlarını yalıyor. Dünya bu tabloya mahkum mu, bu olacak şey mi? Niçin böyle bir dünya? Biz bunun için mi varız? Aynı şekilde babası polis memuru olan yine ufak bir yavru. O da bir eliyle kah babasının yanaklarını tokatlıyor bir diğer eliyle de babasının kaskına vuruyor. Baba polis, çocuk babasının kucağında bunu yapıyor. Bu dediğin öyle 10-15 yaşında değil iki buçuk, üç yaşında bir çocuk. Dünya buna mı mahkum? O polisin görevi yavrusunun o ağlayışını dindirmek mi yoksa terörü, anarşiyi engellemek mi? İşte ben şu andaki bu topluma, ekranları başında bizi izleyen tüm dostlarımıza diyorum. Hep birlikte biz barışın dünyasını kurmaya mecburuz, savaşın değil." Rus vatandaşlarına yönelik muameleler Cumhurbaşkanı Erdoğan, gelinen aşamada yangına körükle gitmenin, ateşe benzin dökmenin kimseye faydasının olmayacağı kanaatinde olduklarını vurguladı. Ukrayna halkının meşru mücadelesi desteklenirken bu mücadeleye zarar verecek, leke sürecek adımlardan mutlaka imtina edilesi gerektiğine dikkati çeken Erdoğan, Batı ülkelerinde yaşayan Rus kökenli insanlara ve Rus kültürüne yönelik faşizan uygulamaların asla kabul edilemeyeceğini söyledi. Almanya'da bir orkestra şefinin Putin'in arkadaşı olduğu için görevden alındığını, bir başka Avrupa ülkesinde Dostoyevski'nin yayınlarının, eserlerinin yasaklandığını söyleyen Erdoğan, "Biz bunu neye benzetiyoruz biliyor musunuz? Bir zamanlar Irak'ta Hülagü'nün o yakıp yıktığı kütüphaneler vardı ya aynı o döneme dönüş olarak görüyoruz. Biz yeni Hülagüler istemiyoruz. Ne demokrasi ne diplomasi ne de insanlık bunlara layık değil." ifadelerini kullandı. Montrö Sözleşmesi Türkiye olarak hem can kayıplarının önüne geçmek hem de bölgede barış ve istikrarı yeniden tesis etmek için yoğun çaba harcadıklarını anlatan Erdoğan, şunları kaydetti "Temennimiz itidal ve sağduyunun galip gelmesi, silahların bir an önce susmasıdır. Bugün görüştüğümüz bir dost dedi ki 'bir SİHA bizim ülkemize düştü'. Şu anda o da dinleyicilerin arasında. Bakın hiç ilgisi, alakası olmayan ülkeyi de demek ki bu silahlar vuruyor. Bu doğrultuda kriz öncesinden başlayıp bugüne kadar süren yoğun bir diploması trafiği yürüttük, 25-30'a yakın liderle görüşmelerim oldu ve devam ediyor. Aynı şekilde dışişleri bakanım ve bakan arkadaşlarımın görüşmeleri oldu, devam ediyoruz. Yaptığımız tüm görüşmelerde olduğu gibi bugün ve yarınki temaslarımızda da çözüm tekliflerimizi muhataplarımızla paylaşacağız. Bölgemizde sulhu sükunun hakim kılınması için Montrö Sözleşmesi'nin ülkemize verdiği yetkilerin kullanılması dahil elimizden gelen her türlü gayreti göstermeye devam edeceğiz." Erdoğan, güncel sorunları büyüten ve içinden çıkılmaz hale getiren esas sebeplerin gözden kaçırılmaması gerektiğini söyledi. Erdoğan, genel hatlarıyla ifade ettiği birçok meselenin gerisinde 2. Dünya Savaşı sonrası kurulan, müesses nizamın bulunduğunu vurguladı. Savaştan galip çıkan 5 devletin menfaatlerini önceleyen mevcut güvenlik mimarisinin günün ihtiyaçlarına cevap vermediğini ifade eden Erdoğan, "Birleşmiş Milletler üyesi 193 ülkenin kaderini, Güvenlik Konseyi daimi üyesi 5 ülkenin insafına bırakan bu sistemin adaletsiz olduğu sizlerin de malumudur." diye konuştu. Ukrayna kriziyle beraber sistemin çarpıklığının ötesinde çok daha büyük açıklarının ve yapısal problemlerinin olduğunun ortaya çıktığını vurgulayan Erdoğan, sözlerini şöyle sürdürdü "Çatışan taraflardan biri veto hakkına sahip daimi üye olunca, Güvenlik Konseyi'nin icbar edici rolü boşa çıkmış, sistem iflas bayrağını çekmiştir. Birleşmiş Milletler Genel Kurulunda alınan kararların bağlayıcı yönü bulunmadığı için de çatışmaları sonlandıracak hiçbir adım atılamamıştır. Düşünün 141 üye, o 5 üyenin içindeki bir veya iki üyeye karşı oy kullanırken netice alınabildi mi? Alınamadı. Böyle bir adalet olur mu? İşte mesele, ben diyorum ki artık daha adil bir dünyayı tesis etmek için uzun bir süredir dünya beşten büyüktür diyerek sistemin bu yönüne dikkati çekiyor, günümüz şartlarına göre reforme edilmesi gerektiğini hep söyledik, söylüyoruz. Ancak sistemin açıkları bilinmesine rağmen veto yetkisini elinde tutanlar gücü paylaşmaya yanaşmadığı için reform talepleri görmezden gelindi. Veto hakkı olmayan geçici üyelik, bu da çok komik geliyor bana, 15 tane geçici üye, 5 tane de daimi üye. Böyle komik bir şey olur mu? Bununla nereye varılıyor? Geçici üye olmak için de o ülkeler, 'Ben de geçici üye olabilir miyim?' diye çırpınıyorlar. Çeşitli lobiler yapıyorlar, kulisler atıyorlar. Olsan ne yazar? Aynı şeyi biz de yaşadık. Hiçbir faydası var mı? Yok. Elini kaldır indir. Asıl iş o beşten bir tanesinde. O 5 üyeden bir tanesi ne derse o oluyor. Geçici üyelik üzerinden sistemin yapısal sorunlarının üstü örtülmeye çalışıldı." Türkiye gibi doğru bildiklerini yüksek sesle haykırmaktan çekinmeyen ülkelerin ise haksız, temelsiz, son derece çirkin ithamlarla susturulmak istendiğini söyleyen Erdoğan, şöyle devam etti "Oysa biz, dünya beşten büyüktür derken, sadece kendimiz için, kendi ülkemiz için bir talepte bulunmuyorduk. Milletimizin hakkıyla beraber tüm insanlığın hakkını, hukukunu, ortak menfaatini de savunmaya çalışıyorduk. Yaşadığımız hadiseler bize tespit ve tekliflerimizin ne kadar doğru, yerinde ve isabetli olduğunu göstermiştir. Aynı gerçeğin Güvenlik Konseyi daimi üyeleri tarafından da görüldüğünü, anlaşıldığını ümit ediyorum. Statüko yerine barışı gözetecek, beş ülkenin çıkarı yerine tüm insanlığa hizmet edecek yeni bir küresel güvenlik mimarisinin kurulması şarttır." "Yeni bir paradigmaya ihtiyaç duyuyoruz" Daha adil bir dünyanın mümkün olduğu inancıyla gelecek dönemde Birleşmiş Milletler reformu çabalarını artırarak sürdüreceklerini vurgulayan Erdoğan, "Aydınlık yarınlarımız uğrunda vereceğimiz bu mücadeleye sizlerin de gereken desteği sağlayacağınıza yürekten inanıyorum. Türkiye olarak uluslararası alanda öncülük ettiğimiz projeleri hayata geçirmek için sadece güçlü bir iradeye değil aynı zamanda diplomaside yeni bir paradigmaya da ihtiyaç duyuyoruz. Diplomasiye yaklaşımımızın da değişmesi, dönüşmesi, yaşanan tecrübeler ışığında yeniden ele alınması gerektiği kanaatindeyiz." ifadelerini kullandı. "Yenilikçi bir diplomasi anlayışını geliştirmemiz şart" Diplomaside gelenek, deneyim, teamüller ve alışkanlıkların ebette önemli olduğunu ancak dünyanın karşı karşıya kaldığı girift sorunların çözümünde sadece bunların yeterli olmayacağına dikkati çeken Erdoğan, şunları kaydetti "Diplomasiden, problemleri çözme kabiliyeti yanında daha çok sorunları önlemede, gerilimlerin önüne geçmede de istifade edilmelidir. Diplomasinin birincil görevi barışı tesis değil barışı ve istikrarı tahkim etmek olmalıdır. Asıl maharet, sorunlar daha filizlenmeden zamanlıca müdahil olabilmektir. Diğer türlü maliyetlerin artması, vakit ve enerji kaybının yaşanması, acıların ve zulümlerin derinleşmesi kaçınılmazdır. Geçmişin birikimini, asırlara sari tecrübeyi reddetmeden, proaktif, girişimci ve yenilikçi bir diplomasi anlayışını hep birlikte geliştirmemiz şarttır. Bu çabalarımızda bize yol gösterecek maziden gelen zengin bir hazine yanında, iyi ve başarılı örnekler de olduğunu biliyoruz. Karadeniz Ekonomik İşbirliği Teşkilatı, Medeniyetler İttifakı, Avrupa Birliği, Afrika Birliği gibi örneklerden yararlanmamız gerektiğine inanıyorum. Bu çerçevede forumun temasının diplomasiyi yeniden kurgulamak olarak belirlenmesini son derece isabetli buluyorum. Bu tema altında yapılacak tartışmaların ve işin ehli insanlar tarafından gerçekleştirilecek sunumların, bizlere yeni ufuklar açacağına inanıyorum. Bölgemize ve dünyaya dair kritik meselelerin ele alınacağı İkinci Antalya Diplomasi Forumu'nun diplomasi üzerine yeni açılımlara, yeni önerilere, yeni fikirlerin yeşermesine vesile olmasını temenni ediyorum." Antalya Diplomasi Forumu'nun düzenlenmesinde emeği geçenlere ve katılımcılara teşekkür eden Erdoğan, konuşmasını "Savaşların olduğu değil barışın egemen olduğu bir dünya için sizleri saygıyla selamlıyorum." sözleriyle tamamladı. Yaşam asteroitlerle uzaydan mı geldi? İlkel dünyanın kimyasal göletlerinde mi ortaya çıktı? Yoksa yaşamın kökeni genetik kod DNA mı? Evrim yeni canlıların nasıl belirdiğini açıklıyor; ama yaşamın nasıl oluştuğunu söylemiyor. Biyokimyacı Nick Lane yaşamın kökenini termodinamik biyoenerjiye bağlıyor. Geçmişimiz biyolojik kimliğimiz Bugün aile fotoğraf albümünü açarsam Giresun merkez Gemilerçekeği’nde balıkçılık yapan büyükbabamı ve gençliğinde aktör olmaktan vazgeçen sanatçı babamın evlilik resmini inceleyebilirim. Balkan Savaşı’nda Türkiye’ye gelen Arnavut anneannem ve dedemden yüzümün hatlarını nasıl aldığımı görebilir; hatta 1979’da yarı çıplak çocukluğumda eski Caddebostan plajında nasıl yüzdüğüme bakabilirim. Çanakkale Savaşı izin verseydi ve atalarım fotoğraf çektirmiş olsalardı, büyük büyükbabam İbrahim Beyin sarayda bir sütannesine aşık olup Giresun’a nasıl getirdiğini gösteren resmi de görebilirdim. Peki ya zamanda 100 kuşak geri gitsek, 1000 kuşak, 300 bin kuşak? İlgili yazı İnternetinizi Uçuracak En İyi 10 Router Modem Aile fotoğraf albümü kişisel tarihimiz. annem ve babam, evlilik yılında. İlk insan Zamanda 300 bin kuşak geri gidebilseydik insan türünün ataları olan ilk insansıların Doğu Afrika’nın Olduvai vadisindeki savanlarda, eski ormanın kurumasıyla yeni beliren yarı kurak otlaklarda ilk adımlarını attıklarını görürdük. Ancak Dünya’da yaşam dediğimiz şeyin kökeni çok eski, çok daha eski. Dünya gezegeni 4 milyar 554 milyon yaşında ve yaşam da son bulgulara göre en az 4 milyar yıl önce ortaya çıktı Popular Science Türkiye Ekim 2016 yazımda okuyabilirsiniz. Peki ama canlıdan cansız nasıl çıkar? İlgili yazı İnternette teknik takip ve gözetimi önleme rehberi Anne-babamın evlilik fotoğrafı. Arkada büyükbabam. Kök sorular, ilk cevaplar Yaşam 4 milyar yıl önce cansız kayalarla kaplı olan Dünya gezegeninde inorganik kimyadan nasıl doğdu? Hangi kimyasal bileşenlerle ortaya çıkıp organik kimyaya dönüştü ve bugünkü kanlı canlı insanları yarattı? Evrimden önce ne vardı? Evrimi biyoenerji ve termodinamik nasıl tetikledi? Neden seks yapıyoruz, eşeyli ürüyoruz ve genç doğup yaşlanıyoruz? Neden Benjamin Button gibi dünyaya yaşlı gelip zamanla gençleşmiyoruz? Dünya’da bu şekilde gençleşen canlılar var, biliyor musunuz? Elinizdeki yazı dizisinde bütün bu soruları yanıtlamak için Dünya’nın bebekliğine, kıtaların yeni oluştuğu yıllara yolculuk ediyoruz. İlgili yazı 400 Yaşındaki Köpekbalığı İle Ölümsüzlük Bu da benim bebekliğim ama yaşamın kökenini bulmak için geriye çok daha geriye gitmeliyiz. En büyük zaman yolculuğu Bazıları der ki olgunluk yolunda, yaşam patikasında seçtiğiniz hedef önemlidir. Bazıları da yol önemlidir der; çünkü zamanla yaptığımız seçimler yaşamımızı yönlendirir ve nasıl bir insan olacağımızı belirler. Özellikle Uzakdoğu felsefeleri böyle söylüyor. Aslında nereden geldiğimiz de önemli; çünkü Trump Towers’ın tepesine çıkınca göreceğiniz 360 derece manzara Everest Dağı’nın doruğuna çıktığınız zaman göreceğiniz panoramadan çok farklı. Nasıl ki okumuş cahil olma tehlikesinden kurtulmak için üniversiteye gitmek yetmiyor, bir de köklü aile terbiyesi almak gerekiyor; ünlü varoluşçu filozof Sartre’ın merak ettiği gibi, insanın ne olduğunu anlamak için de yaşamın çıktığı yıllara geri dönmek gerekiyor. Öyleyse dünyanın en büyük zaman yolculuğuna hoş geldiniz! İlgili yazı Ahtapot DNA’sı Uzaylı mı? Hades Devri Dünya ilk oluştuğunda yaşanmayacak denli sıcaktı ve lav denizleriyle kaplıydı. Yaşam nereden geldi? Deniz altında termodinamik süreçlerle başlayan ve evrimsel baskıyla gelişerek basit bakterilerden Apollo astronotlarını Ay’a taşıyan Satürn V roketine uzanan yaşam yolculuğu hiç de kolay olmadı. Evrimin önünü kesen sayısız çıkmaz sokak, türlerin soyunun tükenmesine yol açan birçok çevresel felaket vardı ve insan türü neredeyse günümüze gelmeyi başaramıyordu. Ancak, canlıdan cansız nasıl çıkar sorusunu cevaplamak amacıyla biyolojiyi yerbilime bağlamamız ve Dünya’da yaşamın nasıl ortaya çıktığını anlamak için önce ilk jeolojik devirleri görmemiz gerekiyor. Bunlardan biri 4 milyar yıl önce başlayan Arkeyan Devri bir tür mikrop olan arkelerin çağı, kadim çağ. Diğeri ise hemen ardından gelen ve 2,5 milyar yıl önce başlayan proterozoik devir hayvan öncesi canlılar, yani bakteriler dönemi. İlgili yazı DNA’nın Tutkalı Kuantum Dolanıklık Ancak hızla soğuyarak denizlerle kaplandı. Eski Dünya nasıl bir yerdi? Bebek gezegenlerde anlattığım gibi Güneş Sistemi’ndeki gezegenler asteroitlerin ve hatta cüce gezegenlerin 100-200 milyon yıllık kısa bir süreçte, aslında astronomik ölçülere göre oldukça kısa bir süre içinde birbiriyle çarpışmasıyla oluştu. Bu nedenle Dünya’nın ilk başlarda aşırı sıcak ve yaşanmaz bir yer olduğunu tahmin edebilirsiniz. Her biri milyonlarca nükleer bomba gücünde olan göktaşı çarpışmaları gezegeni aşırı ısıtmış, asteroitlerle kuyrukluyıldızların getirdiği suyu neredeyse anında buharlaştırmış olmalı. Bu sebeple yerkabuğunun ilk başlarda erimiş kayalardan oluşan dev bir lav denizi olduğunu varsayabiliriz; ama Dünyamız son verilere göre yüzde 1’ik hata payıyla 4,54 milyar yıl yaşında. Peki Dünya’nın yaşama elverişli olmayan ateşli başlangıcı yaşamın ortaya çıkışı konusunda bize ne ipucu veriyor? İlgili yazı AIDS’e Kesin Çare >> Amerikalı doktorlar HIV virüsünü insan DNA’sından sildi Eski Yunan yeraltı tanrısı Hades. Hades Devri Antik Yunan mitolojisinde Hades yeraltı tanrısıdır. Hephaistos ise yanardağların ateşlerinde demir döven üstün bir varlık. Bilim insanları bu ikisinden yola çıkarak yerkabuğunun yeni oluştuğu ve anakaraların henüz var olmadığı ilk jeolojik çağı Hades Devri olarak adlandırdılar. Üstelik 3,9 milyar yıl öncesine dek Dünya’yı Star Wars filmlerindeki Mustafar gezegeni gibi erimiş lav denizleriyle kaplı yaşanmaz bir yer olarak hayal ettiler. Dünya’da yaşam nasıl ortaya çıktı sorusunun cevabı da buna göre şekillendi. İlgili yazı DNA Yeniden Yazılıyor >> İnsan DNA’sına Yeni Harfler Ekleniyor Eski Yunan ateş ve zanaatkarlar tanrı Hephaistos. Soğuk Dünya Ancak bugün size başka bir öykü anlatacağım; çünkü son 20 yılda elde ettiğimiz jeolojik bulgular ve yeni kaya örnekleri Dünya’nın ilk yıllarda yaşanmaz bir yer olduğu şeklindeki fikirlerimizi değiştirdi. Evet, Dünya gezegenine ilk yıllarında Mars büyüklüğünde başka bir gezegen çarptı ve bunun sonucunda Dünya neredeyse ikinci kez oluşarak Ay ortaya çıktı; fakat yeni keşifler bunun yol açacağı ateşli Dünya’dan çok farklı bir tablo çiziyor. Dünya daha geç dönem asteroit bombardımanı başlamadan önce, yani 4 milyar yıl önce yeterince soğumuş ve okyanuslarla kaplanmıştı. O yıllarda ılık sığ deniz tabanı yaşamı doğuran alkalin menfezlerin özel tortul bacaların ortaya çıkmasına uygundu. Ilık denizi aklınızda tutun, az sonra geleceğiz. İlgili yazı Hayat Neden Var? >> Yeni hayat teorisi evrimin termodinamik kökenlerini açıklıyor Hades Devri adını bu iki tanrının imajından alıyor. Zirkon kanıtları Suyla karışarak kayaları silikat oluşturan silisyum elementinin bir türevi olan zirkon mineralleri Dünya’da 4,4 milyar yıl önce sıvı olmasını gerektiriyor. Bu da inanması güç bir şekilde Dünya’nın 150 milyon yıl içinde uzaydaki gaz ve toz bulutundan ortaya çıkıp oluşumunu tamamlandığını ve uydumuz Ay’ı oluşturan gezegen çarpışmasının ardından hızla suyla dolduğunu gösteriyor. İlgili yazı NASA Sondası Neden Bennu Asteroitine Gidiyor? Hayatın kozmik kökeni Dünya’ya düşen kuyrukluyıldız veya yumurtayı dölleyen sperm. Benzetme müthiş. Aynı zamanda atmosfer Uzayda hava ve basınç olmadığı için su anında buharlaşır. Oda sıcaklığında bile! Bu durumda 4,4 milyar yıl önce yeryüzünde sadece okyanuslar yoktu. Aynı zamanda atmosfer de vardı. Erken dönem Dünya’nın soğuk bir gezegen olduğu teorisi böyle geliştirildi. Şimdi diyeceksiniz ki asteroit çarpışmalarının devam ettiği ve gökten dev kayaların yağdığı bir dönemden söz ediyoruz. Nasıl olur da Dünya bu kadar hızlı soğur? Buna cevap verelim. İlgili yazı Hayatın fiziksel anlamına dair 3 bilimsel cevap Onlar da merak ediyor olabilir mi? Dünyanın en eski kayaları Yeryüzünün en eski kayaları Grönland ve Avustralya’da yer alıyor. 2008 yılında Avustralya’da bulunan ve Hades Devri’nden kaldığı anlaşılan kayalara bakınca kıtaların kayması sürecinin 4 milyar yıl önce başladığını görüyoruz. Kıtaların kayması eski suyun ve eski havanın dünyanın derinliklerine batmasını, kayaların arasına sıkışıp filtre edildikten sonra yanardağ püskürmeleriyle tekrar yukarı çıkmasını sağlıyor. Dolayısıyla Dünyamız yaklaşık 250 milyon yıllık bir süreçte suyunu ve atmosferini tümüyle yeniliyor. Yeryüzünde yeraltı okyanusu bulundu yazısında anlattığım gibi, bu doğal klima Dünya’da yaşamın ortaya çıkması için gerekli kimyasalları yüzeye taşıyor ve çevre temizliği yapıyor. Ancak, yaşam açısından en ilginç noktayı gözden kaçırmayalım. Anakaraların kökeni. İlgili yazı Dünya’daki hayatın kökeni Mars mı? İlk yıldızlardan, yıldız tozundan oluşan Dünya’ya ve DNA’ya yolculuk. Granit kayalar su ister Anakaraların, örneğin Asya ve Afrika’nın deniz seviyesinden neden yüksek olduğunu merak ettiniz mi? Bunun sebebi deniz seviyesini afaki olarak belirlememiz değil. Kıtalar granitten oluşuyor. Granit yerkabuğunun altındaki erimiş kayalardan meydana gelen magmanın suyla karışmasıyla ortaya çıkıyor. Granit bu sebeple okyanus tabanını oluşturan bazalttan hafif oluyor ve yüksek yoğunluklu ağır bazalt kabuk magmaya biraz batarak deniz tabanını oluşturan çöküntüleri havzaları yaratırken, granitten oluşan kıtalar da magmanın üzerinde daha iyi yüzerek kara parçalarını meydana getiriyor. Dünya’da bulduğumuz en eski kayalar 4 milyar yıl öncesine uzanıyor ve bu kayaların kıtalardan geldiğini biliyoruz. Sonuç olarak Dünya’nın 4 milyar 400 milyon yıl önce suyla dolmaya başladığını ve kıtaların oluşmaya başladığını söyleyebiliriz. Bizzat jeolojik süreçler geç dönem Hades Devri’nde Dünya’nın sanılandan çok daha soğuk bir iklime sahip olduğunu; ama aynı zamanda yaşama izin verecek kadar sıcak olduğunu gösteriyor. Peki neden? İlgili yazı Evrim Hakkında Doğru Bilinen 3 Yanlış Hades Devri’nde Dünya hızla sularla kaplandı. Küresel soğuma Küresel ısınma kadar küresel soğuma da var. Öyle ki 700 milyon yıl önce Dünya’nın tamamının 1-1,5 km kalınlığındaki buzlarla kaplı olduğunu biliyoruz. Hatta kartopu Dünya son 4 milyar yılda bir değil, iki kez ortaya çıktı. Dolayısıyla yerbilim açısından bakarsak en şaşırtıcı olan şey, Dünya gibi 12 bin km çapındaki büyük bir kayalık gezegenin 150 milyon yıl içinde soğuyup suyla dolmasıdır. İşte bunu kıtaların kaymasına yol açan etkenlerle beliren yanardağlara ve volkanik püskürmelere borçluyuz Kıtaların kayması bugün California açıklarında deniz tabanının okyanusa batmasına yol açıyor. Magma ve manto tabakasına batan deniz tabanı, atmosferden suya geçen karbondioksit gazını da alıp dünyanın derinliklerine taşıyor. İlgili yazı İlk Temas >> Uzaylılar dünyayı ziyaret eder veya sinyal gönderirse nasıl anlaşacaksınız? Dünya’daki tüm çekirdek zarlı hücrelerin çok hücreli canlıların temeli olan ökaryotların ve prokaryotların arke ve bakterilerin ortak atası LUCA neye benziyordu? Mikroskobik bir canlı türü olduğu kesin. Küresel ısınma 200 yıldır atmosfere baca dumanı salmamıza rağmen Dünya’nın daha yeni yeni ısınmaya başlamasını kıtaların kaymasına borçluyuz! Karbondioksit güçlü bir sera gazı ve okyanus tabanı Dünya’nın derinlerine dalarken karbondioksit gazına da beraberinde götürerek atmosferi soğutuyor. Dünya işte bu nedenle daha 4,4 milyar yıl önce hızla soğudu. Genç Dünya’da kıtaların kayması atmosferden karbondioksiti temizleyerek gezegenin hızla yaşama uygun ılıman bir yere dönüşmesini sağladı. Kıtaların kayması atmosferdeki fazla karbondioksiti Dünya’nın derinliklerine taşısa da bu süreç yeni oluşan sıcak gezegenimizi tümüyle soğutmaya yetmedi ve ılık sığ denizler kısmi soğuma sayesinde ortaya çıktı. Ancak, Arkeyan Devri’nde Dünya’nın bir doğal park kadar sakin olduğunu sanıyorsanız yanılıyorsunuz; çünkü Hades devri biter bitmez amansız bir göktaşı bombardımanı başladı. İlgili yazı Ne Kadar Hızlı Düşünüyoruz? Agar lehvasında normal bir bakteri kültürü. Geç dönem Ağır Bombardıman Son teoriler yaşamın Dünya’da ortaya çıktığını gösteriyor; fakat yaşamın Dünya’da belirmesini uzayın koşullarına borçluyuz. 4 milyar yıl önce Güneş Sistemi’nin oluşmaya devam ediyordu. Gezegenlerin büyüme süreci tamamlanmamıştı ve Güneş Sistemi’nin en büyük iki gezegeni olan Jüpiter ile Satürn bugünkü yörüngelerine daha yeni yerleşiyordu. İki dev gezegen birbirini iterek bugünkü yerine otururken Jüpiter de uzaydaki serseri asteroitleri son kez Güneş’e, yani iç gezegenlere doğru itti. Bu da geç dönem ağır bombardımanı başlattı. İlgili yazı Dünya’da hayat sıfırdan başlasa insanlar tekrar ortaya çıkar mıydı? Bakteriler asla çok hücreli canlılara dönüşmedi. Neden? Göktaşı yağmuru 3,9 milyar yıl önce Güneş Sistemi’ndeki son iri kaya parçaları Dünya’ya yağdı ve civar uzayı tehlikeli göktaşlarından temizledi. Nitekim bugün dinozorlar gibi büyük canlı türlerinin soyunu tüketebilecek tehlikeli asteroit çarpışmaları 100 milyon yılda bir yaşanıyor. Geç dönem ağır bombardımanda ise bu büyüklükte yaklaşık 100 çarpışma yaşanmış olmalı. Yaşam dediğimiz şey de gökten tehlikeli kaya parçaları yağarken ve Dünya okyanuslarına su taşımaya devam ederken sığ deniz tabanlarında ortaya çıktı. Yaşam suyun altında bombardımandan kısmen korundu. Kalın su tabakası Güneş’in zararlı morötesi UV ışınlarını da kesti. Böylece canlıların DNA’sı atmosferde oksijenin ve ozon tabakasının olmadığı ilk yıllarda radyasyondan korundu ve yaşam soyunu devam ettirerek bugünkü türleri ortaya çıkardı. İlgili yazı Evrende Hayat 9,7 Milyar Yıl Önce mi Ortaya Çıktı? Arkeler, bakterilerle birlikte LUCA’dan türedi. Denizler yaşamın beşiği Yukarıda sizler için heyecanlı bir tablo çizdim. Dünya’nın hızla soğuyarak yaşama elverişli hale gelmesine uygun şekilde kısa bir özet geçtim; ama bu tablonun doğru olduğunu nereden biliyoruz? Sonuçta Hades Devri’nde yerkabuğu oluşumunu henüz tamamlamadığı ve Arkeyan Devri’nde de büyük göktaşı çarpışmaları yaşandığı için yeryüzünü oluşturan ilk kayalar çoktan yok oldu. Bunlar başkalaşım geçirerek yeni kayalara dönüştü ve eski canlılara dair izler silindi. Silindi; ama tümüyle değil. Dünya’nın ilk mikropları yerkabuğunun kimyasal bileşimini değiştirdiler. Atmosfere oksijen saldıktan sonra bütün gezegenin paslanmasına yol açtılar. 4 milyar yıldan daha uzun bir süre önce Dünya atmosferine hakim olan gazlar da başkalaşım kayalarında farklı izler bıraktı. Bu kayaların nasıl başkalaşım geçirdiği eski atmosfer, eski denizler ve eski canlılar konusunda bize önemli kanıtlar sunuyor. Şimdi bunları görelim. İlgili yazı Kepler teleskopunun bulduğu dış gezegende hayat var mı? Genler bizi LUCA’ya götürmez; çünkü genlerden önce LUCA vardı. LUCA’nın genleri bugünkü DNA’ya çok genel izler dışında ulaşmadı. LUCA’nın ortaya çıkışı evrimden önce termodinamik yasaları ve enerji optimizasyonuna bağlıydı. Bununla birlikte tüm canlıların 25 ortak gen grubunu 4 milyar yıl öncesine kadar takip edebiliyoruz. Yaşamın yemek tarifi Miller ve Urey 1960’larda gerçekleştirdikleri deneylerde kimyasal çorba adını verdikleri özel bir sıvıya elektrik vererek yaşam yaratmak istediler. Dünya’nın ilk yıllarında sığ göletlerin zengin organik bileşiklerle dolu olduğunu ve hem elektrik hem de morötesi ışınların sağladığı enerjinin bu bileşikleri ilk DNA’yı oluşturacak şekilde kimyasal reaksiyona girmeye zorladığını düşünüyorlardı. Cansıza elektrik vererek canlı yaratma anlamında Frankenstein filmine benzeyen bu cesur deney başarılı olamadı. Miller ve Urey kimyasal çorbada sadece aminoasitlerin temeli olan bazı basit organik bileşikleri yaratmayı başardılar; ama genetik kodumuz DNA veya o yıllarda DNA’nın öncüsü olduğu düşünülen RNA molekülünü oluşturamadılar. İlgili yazı NASA Mars’ta Akarsu Buldu >> Sıvı su varsa hayat da olabilir Hayat Dünya’da deniz tabanındaki alkalin menfezlerinde ortaya çıktı. Kimyasal çorba Tek ispat edebildikleri şey, yaşamın temeli olan organik bileşiklerin Güneş radyasyonuna maruz kalan havasız ve ölümcül uzayda bile ortaya çıkabileceğini göstermek oldu. Nitekim Rosetta ve Filai sondasının 67/P kuyrukluyıldızından aldığı örneklerde bu tür organik bileşikler bulduk. Böylece Miller ve Urey ölümsüzleşerek şeref salonundaki yerini aldı ve yaşamı doğuran kimyasal çorba konsepti insan uygarlığının kolektif belleğine yerleşti. Öyleyse biz de bundan yola çıkalım ve ilkel Dünyasının kimyasına, atmosferinde ne tür gazlar olduğuna bakalım. İlgili yazı Satürn’ün Uydusunda Hayat Var mı? >> Cassını Enceladus gayzerlerinden su örneği aldı İngiliz biyokimyacı Nick Lane, Dünya’da hayatın evrime bağlı olarak değil, termodinamik süreçlere bağlı olarak ve proton pompalaması denilen biyo enerji ile oluştuğunu ileri sürüyor. Önceleri oksijen yoktu 4 milyar yıl önce Dünya atmosferi karbondioksit, amonyak ve hidrojenden oluşuyordu. Biyokimya ve astrobiyoloji okuyan arkadaşlarımın bu noktada “Hocam metan da var!” dediğini duyar gibi oluyorum, ama 4 milyar yıl öncesinden söz ediyoruz; yani metan üreten bir mikrop türü olan arkelerin ortaya çıkmasından önceki zamanlardan. Kısacası metan, Satürn’ün uydusu Titan’ın tersine, Dünya’da atmosferinde doğal olarak serbest bulunan bir gaz değildir. Metanı mikroplar sentezledi. İlgili yazı Ruslar Teleskopla Uzaylı Sinyali Aldı mı? Güneş Sistemi’nin gençliğinde gaz devleri mavi tırtıklı çizginin sağına yerleşerek; yani Güneş’ten uzaklaşarak gezegenleri güçlü yerçekimiyle düzenlediler. bugünkü yörüngelerine dizdiler. Son yerleşme sırasında geç dönem ağır bombardıman başladı ve 3 milyar 700 milyon yıl öncesine kadar Dünya’ya çok sayıda dev asteroit çarpıp karaları yaşanmaz hale getirdi. deniz dipleri ise korunaklıydı ve hayat burada yeşerdi. Dünya atmosferi neden özeldi? Nesi özeldi de yaşam Dünya’da ortaya çıktı? Bu soruyu yanıtlamadan önce iki konuya dikkat çekmek istiyorum 1 Dünya’da yaşamın nasıl ortaya çıktığına dair son 12 yılda geliştirdiği yeni teorisiyle bu yazıya kaynak olan biyokimyacı Nick Lane Dünya atmosferinin sıradan olduğunu düşünüyor. Yaşam Neden Var adlı kitabının incelemesini Popular Science Türkiye’de yazdığım Nick Lane’e göre, yaşam Dünya benzeri bütün gezegenlerde ortaya çıkması gereken; yani uzayda yaygın olması beklenen bir şey. Yazı dizimizin haftaya yayınlanacak ikinci bölümünde buna geri geleceğim; ama şimdi ikinci noktaya dikkat çekelim. 2 Dünya atmosferinin yaşamı doğuran en büyük özelliği kimyasal indirgeme denilen özel bir reaksiyona izin vermesiydi İlkel atmosferde bulunan karbondioksit ve hidrojen gazları oksijen solunumunda redoks dediğimiz kimyasal indirgeme tepkimelerine izin veriyor. İlgili yazı En Yakın Yıldızda Dünya Benzeri Gezegen Astrobiyoloji ile biyokimyanın evliliği Nick Lane yaşamın Dünya gibi gezegenlerde kaçınılmaz olarak ortaya çıkacağını, dolayısıyla Dünya’da yaşamın nasıl ortaya çıktığını çözersek diğer gezegenlerde de istisnalar hariç nasıl belireceğini anlayacağımızı söylüyor. Ben de bu argümandan yola çıkarak size heyecanlı bir senaryo anlatacağım Yaşamın neden karbon, su, oksijen ve karbondioksit gibi elementlere dayalı olduğuna dair bir senaryo. Neden kanımızdaki alyuvarların demir atomları içeren hemoglobin molekülleriyle hücrelerimize oksijen taşıdığını anlatan senaryo. Bu senaryo bir belgesel dizisi olsaydı ilk bölümü oksijenle başlardı. Hem de ilkel Dünya atmosferinde oksijen olmamasına rağmen. Neden mi? Çünkü çok hücreli yaşamı, dinozorları, memelilerle insanları metabolizmaya yüksek enerji sağlayan oksijene borçluyuz. İlgili yazı Kök Hücrelerle Kesin Körlük Tedavisi LUCA tüm canlıların Havvası. Mitokondri DNA’mızda LUCA’dan izler taşıyor olmalıyız. Oksitlemenin yararları Oksijen elementi besinleri oksitlenme yoluyla yakmamızı, böylece vücuda enerji veren ATP moleküllerini üretmemizi, bunlarla proton pompalamamızı ve proton makineleri ile protein sentezleyerek bedenimizin yapıtaşı olan aminoasitleri üretmemizi sağlıyor. Vücudumuzda üretilen aminoasitleri besinlerden gelen aminoasitlerle birleştirip kemik, kas, yağ ve karaciğer gibi organlarla dokuları oluşturuyoruz. Bu açıdan bakarsak oksitlenmenin bir kimyasal indirgeme reaksiyonu olduğunu söyleyebiliriz. İlgili yazı Aşkın İnsan Üstün İnsana Karşı Neden Benjamin Button gibi yaşlı doğup gençleşmiyoruz? Bu tür denizanaları var; ama insan türü bu seçimi yapmadı. Neden Evrim yaşlanmayı kayırdı? Proton torpilleri Star Wars Bölüm IV, Yeni Bir Umut filmini izlediyseniz Asilerin kötü İmparatorluğun isyankar gezegenleri yok etmekte kullandığı Ölüm Yıldızı adlı süper lazer uydusunu proton torpilleriyle yok ettiğini hatırlarsınız. Ancak proton torpillerine özenmenize gerek yok. Siz de kendi vücudunuzda saniyede 1021 proton pompalıyorsunuz. Mikroskobik düzeyde işleyen proton akışıyla yaşıyorsunuz ve bu tümüyle elektrokimyasal bir süreç. İlgili yazı Paniklemeyin Ama Evren Küçüldü Bu iki çağ Dünya’nın en uzun jeolojik devirleri. Hades Devri ve hayvanlar çağı kısa kalıyor. Çok hücreli yaşamın sebebi mitokondriler Hatta insan vücudunun bilimkurgudaki en güçlü silahlardan daha güçlü olduğunu ve gram başına en yüksek enerjiyi üreten organizmalardan biri olduğumuzu söyleyerek böbürlenebilirsiniz. Hücrelerimizde bulunan ve mitokondri denilen organeller ihtiyacımız olan enerjiyi sağlıyor. Mitokondrilerin süper hassa ve süper ince zarları var. Bu zarlar 1 metrede 30 milyon voltluk elektriğe eşdeğer enerji üretiyor! Evet; yaşam iş görebilmek, örneğin beslenmek, büyümek, yürümek ve üremek için termodinamik yasaları gereği çok büyük miktarda enerji gerektiriyor. İlgili yazı Solar Express 2 Günde Mars’a Gidecek Atalarımız 6 milyon yıl önce ağaçtan indiler; ama LUCA 4 milyar yıl önce denizlerde yüzmeye başladı. Ne kadar büyük? Nükleer füzyon gerçekleştirerek Dünyamıza yaklaşık 4,5 milyar yıldır ısı ve ışık sağlayan Güneş’in çekirdeğinde üretilen enerjiden daha büyük bir enerji kullanıyoruz. Evet, hiçbirimiz bir yıldız gibi yanıp parlamıyoruz; çünkü Güneş muazzam enerjisini dev kütlesine borçlu, ama insan vücudu daha verimli çalışıyor. Güneş’in merkezinde Dünya’ya yaşam veren enerjiyi üretmek için 265 milyar bar basınç ve 15 milyon derece sıcaklık gerekiyor. Oysa insan vücudu Güneş kadar büyük bir kütleye sahip olsaydı, Güneş boyutlarında ölçeklenebilseydi Güneş’ten çok daha fazla enerji üretecekti! İlgili yazı Mars’a Giden Ölümsüz Plazma Roketleri Hayvan öncesi çağlarda Dünya. Ay 4 milyar yıl önce Dünya’ya çok daha yakındı ve okyanuslar kuyrukluyıldızların getirdiği suyla yeni doluyordu. Yaşamın anlamı ne? Daha doğrusu verdiğim bu bilgilerin Dünya’da yaşamın kökeniyle ne ilgisi var? Aslında bunun sebebi vücudumuzdaki bütün kimyasal tepkimelerin elektromanyetik kuvvete dayanıyor olması. Yerçekimi Güneş’in 150 milyon km ötedeki Dünyamızı kendine çekerek yörüngesinde tutmasını sağlıyor. Ancak yerçekimi uzun mesafelerde galaksileri ve galaksi kümelerini bir arada tutacak kadar güçlü olsa da kısa mesafelerde manyetik alan yerçekiminden kat kat güçlü. Aslında şu anda koltukta oturuyor olmanızı da elektromanyetizmaya borçlusunuz. İlgili yazı Mars Ay Kadar Büyük Olmayacak Arkeyan Devri. Biyoenerji Yerçekimi vücudunuzdaki atomları koltuğun atomlarının içinden geçip “dibe” çökerek bir kara delik olmaya zorluyor. Ancak koltuğun ve vücudunuzun nötr atomlarının çevresinde dönen elektronlar eş elektrik yüküne, eksi yüke sahip oldukları için birbirini itiyor. Böylece atomlar birbirini itiyor ve derinizin altında dokunma hissi uyanıyor. Hücrelerimize proton pompalama yoluyla enerji sağlayan mitokondriler de elektromanyetik kuvvet kullanıyor. Elektronların yardımıyla proton pompalıyor. İlgili yazı SpaceX 2018’de Mars’a Uzay Gemisi Gönderecek Galaksilerden gezegenlere ve Dünya’ya uzanan yolculukta hayatın kökeni artık çözmeye başladığımız bir bilmece. Volkanik deniz tabanı Öyleyse artık konuyu bağlayabilir ve yaşamın Dünya’da nasıl ortaya çıktığını yanıtlamaya başlayabiliriz Öncelikle Dünya atmosferi canlıların ortaya çıkması için gereken inorganik ve organik moleküllerin kimyasal tepkimeye girerek birleşmesini kolaylaştıran gazlara sahipti. Bunlar hidrojen gibi aniden alev alan veya karbon gibi oksijenle tepkimeye girince hızla oksitlenen yanan atomlardı. İndirgeme reaksiyonları ilk mitokondriler ortaya çıkmadan milyonlarca yıl önce, canlıların proton pompalayarak enerji üretmesini sağlıyordu. Bütün bunlar denizaltındaki volkanik etkinlikler ve bu sayede oluşan alkalin menfezleri sayesinde mümkün oldu. İlgili yazı Gerçek Demir Adam >> Robot astronot Valkyrie Mars’ı keşfedecek Arkeler metanojen, bakteriler ise asetilojendir. Bugün siyanürlü sular nadir bulunan ve bizler için zehirli niş çevreler; ama eski Dünya’nın yaşam şartları daha çok sıcak ve zehirli sularda yaşayan mikroplara uygundu. İlk deniz biyolojisi Dünya’nın ilk 600 milyon yılında göktaşı ve morötesi ışın bombardımanından korunmak isteyen yaşamın deniz diplerinde yeşerdiğini söylemiştik. Artık bu ortamın su altındaki alkalin menfezleri olduğunu söyleyebiliriz. Alkalin menfezleri iki şekilde işlediler Katalizör ve akış reaktörü olarak; yani hem yaşamın temeli olan aminoasitleri inorganik süreçlerle üreten bir kimyasal deney kabı gibi çalıştılar hem de organik kimyasal reaksiyonları hızlandıran bir katalizör işlevi gördüler. İlgili yazı Mars Atmosferini Nasıl Kaybetti? LUCA’nın nasıl bir canlı olduğunu bilmiyoruz; ama 4 milyar yıl önce ılık deniz diplerindeki alkalin menfezlerinde yaşamış olmalı. Proton gücü adına! Geçenlerde He-Man çizgi filmi 33 yaşına girdi. Dizinin açılış fragmanında He-Man sihirli kılıcını yukarı kaldırıp atmosferden elektrik çekerek “Güç bende artık!” diye bağırırdı. 4 milyar yıl önce ortaya çıkan ve bugünkü canlıların; hatta bugüne dek soyu tükenmiş canlıların büyük kısmının ortak atası olan LUCA İngilizce son evrensel ortak artanın kısaltması dile gelebilseydi eğer “Protonların gücü adına!” diye bağırabilirdi. İlgili yazı 8 Adımda Marslı Filmi Ne Kadar Gerçekçi? Evrenin en bol elementi Hidrojen atomu evrenin en bol elementi olduğu için eski atmosfer yüksek oranda hidrojen içeriyordu. Elbette yaşamın vazgeçilmez bileşeni olan su moleküllerinin de hidrojen atomu içerdiğini unutmayalım. Buna ek olarak Dünya’da en bol bulunan elementler arasında silisyum silikat kayalar halinde bulunur, karbon, oksijen ve demir olduğunu da hatırlayalım. Deniz altındaki alkalin menfezler bu elementlerden ve bunlardan oluşan minerallerden bol miktarda içeriyordu. Deniz tabanının altındaki magma tabakasından yükselen sıcak gazlar suyla karışarak bu bacaların içinden aktı ve aminoasitlerin temeli olan nükleotidleri organik bileşikleri sentezledi. Bunun için de elektronları proton pompalamakta kullanan bir katalizör gibi işledi. İlgili yazı Sulak Mars >> NASA açıkladı Mars akarsularını neye borçluyuz? Bakış açısı. Doğal deney kabı Tuzlu deniz suyu tuzun ham maddesi olan sodyumu akılda tutun bacaların içindeki mikro gözeneklerken akarken süngerimsi kaya duvarları inorganik doğal yollarla proton pompaladılar ve nükleotid sentezi için gereken enerjiyi sağladılar. Miller ve Urey kimyasal çorbaya elektrik vererek bu nükleotidleri aminoasitler halinde birleştiremedi; çünkü canlıdan cansız çıkarmak için katalizör kullanmak yeterli değildi. Organik bileşikleri küçük gözeneklerde toplayıp yoğunlaştıran doğal akış reaktörleri de gerekiyordu. Alkalin menfezleri bu şekilde çalıştı ve bu bacaların süngersi yapısını oluşturan mikro gözeneklerin de inorganik hücre zarı olarak işlediğini söyleyebiliriz. İlgili yazı Mars’a Gidenler Nasıl Yaşayacak? >> Astronot James Reılly anlatıyor Ekstremofiller kükürtlü ve sülfürlü sıcak sularda, yani aşırı koşullarda yaşayabilir. Bir hücrenin anatomisi Bugün ister çekirdek zarı bulunmayan prokaryotlar olsun arkeler ve bakteriler, ister insan hücreleri gibi çekirdek zarına sahip organizmalar olsun ökaryotlar bütün canlıların kendini doğal çevreden ayıran bir zarı var. Biyolojide canlılığın tanımı buna dayanıyor Kendinizi ortamdan ayıran bir zara sahip olacak ve kendini kopyalayarak çoğalma yeteneğine sahip olacaksınız. Alkalin menfezlerin içinde sentezlenen ilk canlılardan biri olan LUCA’nın kendine ait bir zarı yoktu. LUCA; RNA ve DNA’yı, yani genetik kodunu koruyan bağımsız bir organik zara sahip değildi. Tersine, alkalin menfezlerin inorganik zarı olan ve demir elementi içeren gözeneklerinin iç duvarına yapışık olarak yaşıyordu. İlgili yazı Mars’ı da Kirlettik Hayırlı Olsun >> Curiosity aracının Mars’a mikrop taşıdığı ortaya çıktı Hayata enerji veren proton pompası hücre zarından içeriye enerji akışı sağlıyor. Aynı süreçle DNA kodlayıp protein sentezliyor. Geçirgen zara sahip olmak veya olmamak İşte bütün mesele bu! LUCA bugünkü tüm canlıların atası kendine enerji sağlamak için elektronlar yoluyla doğal proton basamaklaması kullanıyordu. Proton pompalıyor ve protonları molekülleri iten bir makine gibi kullanarak protein sentezliyordu. Ancak bu elektrokimyasal reaksiyonun gerçekleşmesi için alkalin menfez gözeneklerinden oluşan doğal inorganik zarın tümüyle geçirgen olması şarttı. “Hücrenin” içine proton akışını en üst düzeye çıkarmak için bu şarttı. Bunun bedeli ise LUCA’nın yaşadığı alkalin menfezi asla terk edemeyecek olmasıydı. Nasıl ki derisi yanan bir insan yaşamta kalamaz, LUCA’nın da alkalin menfezlerin sunduğu inorganik deriye ihtiyacı vardı. LUCA’nın en az birkaç 10 milyon yıl boyunca alkalin menfezlerde soyunu sürdürdüğü tahmin ediliyor. Öyle ki deniz altında bulunan milyonlarca alkalin menfezde her biri detaylarda farklı, ama temelde aynı olan; yani proton basamaklaması kullanan milyonlarca LUCA son ortak ata adayı gelişmiş olmalı. İlgili yazı Evrenin En Soğuk Yıldızı Kahverengi Cüce Güç sizde değil. Hücrelerinizdeki mitokondrilerde. Canlı üretme fabrikası Oysa bir gün bizim atamız olan LUCA ile diğer birkaç LUCA adayı farklı bir şey yaptı ve alkalin menfezlerin içinde sodyum pompalamayı keşfetti. Bu keşif kuantum fiziğindeki Heisenberg’in belirsizlik ilkesinden kaynaklanan tesadüfi kimyasal süreçlerin sonucu olabilirdi. Sonuçta dünya tarihini değiştirdi; çünkü 1 Sodyum pompalamak sadece proton pompalamaktan daha çok enerji üretiyordu ve bu da sodyum pompalayan ön canlıların sadece proton pompalayan rakiplerinden daha hızlı çoğalarak ekosisteme, Dünya’ya yayılması anlamına geliyordu. 2 Bu sayede evrim süreci önce doğal seçilim, sonra sosyal seçilim ilk kez termodinamik yasalarından, yani enerji optimizasyonundan türemiş oldu gelecek bölümde detaylarına gireceğiz. 3 İlk kez canlıdan cansız çıktı ve yazı dizimizin ilk bölümünün sonuna yaklaşırken bu nokta çok önemli. LUCA’nın alkalin menfezde yaşayan atalarının kendi bağımsız zarı olmadığı ve dolaysıyla kendini kopyalamadığı için virüsler gibi canlı ile cansız arasındaki bir konumda yer aldığını unutmayalım. İlgili yazı NASA Burçlar kuşağını Güncelledi mi? Yarı geçirgen zarlar Alkalin menfezlerde sadece proton pompalayan bir canlıysanız evrim süreci tümüyle geçirgen sabit ve inorganik zarları teşvik eder; çünkü böylece daha fazla enerji üretebilirsiniz. Ancak, sodyum pompası kullanarak metabolizma için ek enerji üretmeye başladığınız anda inorganik hücre zarı yeterli olmaz. Laptoplar ve akıllı telefonlarda pil ömrünü uzatmakla ilgili yazımda anlattığım gibi kontrolsüz güç, güç değildir. LUCA’nın enerji üretmesi yeterli değildi. Enerjiyi kontrol etmesi de gerekiyordu. Bunun için Hitler zamanında yaşanan Hinderburg zeplin faciasını hatırlayın. Hinderburg zeplini son derece yanıcı, ama aynı zamanda havadan hafif olan hidrojen gazı kullanıyordu. Hidrojen aniden alev alınca yolcular yanarak yaşamını kaybettiler. LUCA’nın atası da proton pompalayarak enerji üretiyordu; ama kontrolsüz güç, güç değildi. LUCA’nın atası canlı ile cansız olmak arasında sıkışıp kalmıştı. İlgili yazı Bayramda Dronla Dürüm Teslimatı İlkel denizler. Evrimin ortaya çıkışı LUCA’nın atası ürettiği enerjiyi kendini geliştirmek ve evrim geçirerek metabolizmasını değiştirmek için kullanamıyordu. Dünya’da deniz altındaki alkalin menfezleri yok eden bir felaket yaşansa yaşam 4 milyar yıl önce yok olabilirdi! Ön canlıların değişen şartlara uyum sağlayarak yaşamta kalma kapasitesi yoktu. Evrim henüz termodinamik süreçler üzerinde ek değişim katmanı olarak ortaya çıkmamıştı. Proton pompalamaya ek olarak sodyum pompalamak LUCA’nın enerjisini artırdı. Ancak, aynı zamanda yarı geçirgen organik zarların gelişmesini teşvik ederek ilk evrimsel süreç! LUCA’nın ürettiği büyük miktarda enerjiyi kontrol etmesine de izin verdi. İlgili yazı Uzay Yolu 50 Yaşında Peki Atılgan Ne Zaman? Bakış açısı. Canlılar bağımsızlığını ilan ediyor Böylece Dünya’da ilk kez canlıdan cansız çıktı Zamanla alkalin menfezlerdeki canlılardan biri evrim geçirerek yarı geçirgen organik zar geliştirdi ve sonunda kayalık gözeneklerden bağımsız ilk hücre zarı ortaya çıktı. Yarı geçirgen ve az geçirgen zarlar mikropların termodinamik açıdan daha verimli olmasını sağladı. Mikroplar enerjinin daha büyük kısmını yararlı işe dönüştürebildiler ve kendi zarları sayesinde alkalin menfezlerden bağımsızlıklarını ilan ederek denizde yüzmeye başladılar. 4 milyar yıl önce bütün LUCA adayları bunu yapabiliyordu; ama prototip ilk canlılardan sadece biri evrim geçirip değişen çevre şartlarına uyum sağlayarak yaşamta kaldı. Denizaltındaki alkalin menfezlerden sadece biri Dünya’yı döllemeyi başardım. Hepimiz LUCA’nın soyundan geliyoruz. İlgili yazı SpaceX Roketi Facebook Uydusuyla Patladı Havva’nın annesi LUCA’nın tam olarak nasıl bir canlı olduğunu bilmiyoruz; ama yağlı bir zarı, DNA ile RNA’sı olduğunu, protein sentezlediğini ve hem proton hem sodyum pompası ile enerji ürettiğini biliyoruz. LUCA, Dünya denizlerinde evrim geçirerek arkeleri ve bakterileri doğurdu ve yaşam 2 milyar yıl boyunca mikroskobik bakteri düzeyinde kaldı. Ancak, yaklaşık 2 milyar yıl önce bir arke kendine bugün hücrelerimize enerji sağlayan mitokondrilerin atası olan bakteriyi ortak edindi. İlgili yazı SpaceEngine Gerçek Uzay Simülasyon Oyunu su hayatın kaynağı ve Dünya son 4,5 milyar yılda sahip olduğu suyun yüzde 25’ini kaybetti. Çok hücreli yaşamın kökeni İlkel bir mikrop türü olan bu arke, tüm mitokondrilerin anası olan bakteriyi yiyip yutmak yerine, kendi hücre zarının içinde yaşamasına izin verdi. Böylece genetik kod DNA’yı koruyan iç çekirdek zarına sahip ilk ökaryot hücreler ortaya çıktı ve bu da insanlara uzanan çok hücreli canlıların yolunu açtı. Peki LUCA sodyum basamaklamayı nasıl icat etti? Neden bir arke, sadece bir arke türü Dünya tarihin

dünyanın aydınlık olan bölümünde yaşanan an